30 Mart 2012 Cuma

BİLİM VE TEKNİK


KAYAN TAŞLAR:
ABD’nin Kaliforniya ile Nevada eyaletlerinin sınırında bulunan Death Valley (Ölüm Vadisi), “hareket eden taşları” ile yıllardan beri bilim adamlarını çekiyor. Günlerce gözlemlenen taşların yer değiştirmesi ise tüm araştırmalara rağmen açıklanamıyor.
Bir teze göre, rüzgar, taşların kum üzerinde kaymalarını sağlıyor. Ancak yüzlerce kiloluk taşları hareket ettirecek kadar şiddetli rüzgarlar kaydedilmiyor. Ayrıca aynı noktadan hareket etmeye başlayan taşların nasıl olup da farklı yönlere yöneldiklerini kimse açıklayamıyor.
Rüzgar teorisine karşı çıkanlar “Rüzgar, aynı noktadan hareket etmeye başlayan iki taşı aynı yöne kaydırır. Ama burada durum farklı” diyor. Büyük muamma sürüyor.
SICAK HAVA BALONUN ÇALIŞMA PRENSİBİ:
sicak-hava-balonuBalonun icadı, sıcak hava balonun çalışma prensibi, balonu kim icat etmiştir, sıcak hava balonunun keşfi…
Uçmayı başaran ilk araçlar uçaklar değil. Bugün bunu hepimiz biliyoruz. Bir cismin havaya yükselebilmesi için havadan daha hafif olması gerektiği ve sıcak havanın da soğuk havadan daha hafif olduğu düşüncesinden yola çıkarak balonu bulanlar, Fransız Etienne ve Joseph Montogolfier Kardeşler oldu. Montgolfier Kardeşler, ipek bir balonu sıcak havayla doldurdular, sonra bunu serbest bıraktıklarında balonun yükseldiğini gördüler. Bununla ilgili birçok deneyler yaptılar. 5 Haziran 1783′te de ilk sıcak hava balonunu uçurmayı başardılar. Bu balon, insanın uçurduğu ilk araçtı ve 2,5 km yol almıştı.
Balonların yönlendirilmesi kolay değil. Bu nedenle havacılık tarihinde yerlerini zaman içinde uçaklara bıraktılar. Bugün de balonla uçmanın güçlüklerinden biri, balona yön vermek. Ayrıca, bir sıcak hava balonu rüzgarın hızına bağlı olarak uçar. Bununla birlikte uçmanın en basit yöntemlerinden biridir.
Sıcak hava balonlarının çalışması çok basit bir ilkeye dayanıyor: Sıcak hava ısınınca yükselir. Günümüzde ki balonlar bu basit ilkeye göre tasarlanıyor. Balon ana gövdesini oluşturan ve yanmaz kumaşlardan yapılan kısmın içi sıcak havayla dolduruluyor. Balonun ana gövdesinin altında, yolcuların ve havayı ısıtmaya yarayan yakıtın yer aldığı bir sepet bulunuyor. Gövdenin tepesinde yer alan ve paraşüt valfı olarak adlandırılan bir delikle, balonun içindeki hava kontrol edilebiliyor. Yolcu sepetinin üzerinde bulunan havayı ısıtan mekanizmanın ateşleyici bölümü ve deliği açıp kapatmaya yarayan ipler yardımıyla, balonun alçalıp yükselmesi sağlanıyor. Balonun yükselmesi istendiğinde, ateşleyiciyi çalıştıran Nevsehir’de-balon-kazasi -1-t0dip çekiliyor ve ateş balonun gövdesindeki havayı ısıtarak yükselmesine neden oluyor. Eğer balonun alçalması istenirse, tepedeki deliği kontrol eden ip yardımıyla delik açılıyor ve sıcak havanın balonun tepesinden uçup gitmesine izin veriliyor. Gövdesindeki hava soğuyunca balon yeniden alçalmaya başlıyor. Balon yalnızca aşağı ve yukarı doğru hareket edebiliyorsa bir balon nasıl ilerliyor diye sorabilirsiniz. Bu sorunun yanıtı rüzgarda gizli. Balona yön veren şey, rüzgar. Atmosferin farklı yüksekliklerinde rüzgarlar farklı yönlere eserler. Balonu yönlendiren kişi alçalarak ya da yükselerek gitmek istediği yöne doğru esen bir rüzgar yakalamaya çalışır. Çok usta balon pilotları bile sıcak hava balonlarını tam anlamıyla kontrol edemez. Kimi zaman rüzgarlar istenmeyen yönden esebilir. Bu nedenle genelde ekipten birinin balonu yerden bir otomobille izlemesi ve nereye indiğini kontrol etmesi daha güvenli olur. Bunun yanında uçuştan önce hava durumunun kontrol edilerek ve rüzgarların yönlerinin saptanması ve esiş hızlarının ölçülmesi de gerekir.
Sıcak hava balonları geçmişte keşif, gözetleme ve askeri görevlere hizmet etmişt. Günümüzdeyse daha çok turistik amaçlarla kullanılıyor. Havada huzurlu ve sakin bir uçuş yapmak için, çevre güzelliklerinin tadına varmak isteyenler için, balonlar çok uygun. Ülkemizde Antalya ya da Kapadokya gibi turistik bölgelerde balon gezileri sıkça yapılıyor.
http://www.teknik-bilim.com/ adresinden alınmıştır.


TEKNOLOJİİ


Uzay çöpü teğet geçti
Uluslararası Uzay İstasyonuna çarpmasından endişe edilen uzay çöpü, istasyonu teğet geçti.
NASA, Uluslararası Uzay İstasyonu'na (UUİ) tehdit oluşturacak kadar yakın olan ve istasyona çarpmasından endişe edilen bir Rus füzesinin atık parçasının, UUİ'yi teğet geçtiğini açıkladı.
Öte yandan UUİ'deki 2 Amerikalı, 3 Rus ve bir Hollandalı astronot, tehlike nedeniyle sabah erken saatlerde çarpma halinde Dünya'ya dönmek için Soyuz kapsüllerine gitti.
Mayaların sonunu 'kötü ruhlar' getirdi
Bilim insanları tarafından yapılan yeni araştırmalar, Maya uygarlığının çökmesinde doğa felaketleri kadar ‘kötü ruhların’ da büyük bir rol oynamış olabileceğini öne sürdü.
Antik Maya uygarlığı bir zamanlar yaklaşık 700 bin kilometreye varan topraklarıyla, modern Meksika’nın güneyi ve Orta Amerika’nın kuzey bölgelerine kadar yayılmıştı. Bu büyük uygarlığın bir zaman varlığını sürdürdüğü sınırlar içinde bugün Guatemala, Belize, El Salvador ve Honduras da yer alıyor.
Mayaların altın çağını, Klasik Dönem olarak bilinen M.S 250 ile 900 yılları arasında yaşadı. Bu dönemin sonunda, uygarlık bugün hala tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı gerileme sürecine girdi. Nüfus, ciddi ölçüde azalırken, halk büyük şehirleri terk etti ve uygarlığın topraklarından geriye küçük bir parça kaldı.
Bilim dünyası, Mayaların çöküşünde en büyük etkenin ormanların azalması olduğunu düşünüyor. Ağaçların yok olmasıyla erozyon verimli toprakları yok ederken, güneşin etkisini artırması buharlaşmayı ve sonucunda kuraklığı getirdi.
Ancak Georgetown, Cincinnati ve George Mason Üniversite’si tarafından yapılan yeni araştırmalar, Mayaların karşılaştığı düşünülen doğal felaketlerin uygarlığın tüm bögelerini aynı derecede etkilemediğini ortaya koydu. Terk edilen bazı yerleşimler yıllarca boş kalırken, diğer bölgeler çok daha uzun süre ayakta kalmayı başardı.
Klasik Dönem'de Maya toprakları.


Arkeologlar ise Mayaların, doğal felaketlerin yanı sıra sahip olduklrı kültürle de kendi sonlarını hazırlamış olabileceklerini belirtiyor. Bu düşünceye göre, zenginlik az sayıdaki ilahi krallardan oluşan elit bir tabakada toplanıyordu. Ancak liderlerin savaşlarda başarısız olması veya mevsimsel kuraklıkların önüne geçememeleri sonlarını hazırlıyordu. Maya krallarının çok eşliliği benimsemesi ve arkalarında birbirileriyle savaşan nesiller bırakmaları da yolsuzluğun artmasını sağlayan bir etken oldu.
SU KAYNAKLARI SIKINTISI
Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin bu ayki sayısında yer alan araştırmayı yürüten bilim insanları, Mayaların gerileme döneminde, bazı bölgelerdeki yerleşimler hızla çökerken diğerlerinin nasıl ayakta kalabildiğini araştırdı. M.S 100-250 yılları arasındaki sıkıntılı dönem ile 750-950 yılları arasındaki gelişmelerin yüksek ve alçak bölgelerde nasıl yaşandığı incelendi.
Bugüne dek uzanan veriler, Mayaların Yucatan Yarımada’sı gibi alçak bölgelere kıyasla daha yüksek arazilerinde daha hızlı bir çöküş süreci yaşadıklarını gösterdi. Ağırlıklı olarak yağmur suyuna bağımlı olan bu bölgeler, alçak bölgeler gibi ırmak ve nehirlere ve subatan olarak bilinen su kaynaklarına erişim sağlayamıyordu. Sonuç olarak, çok fazla işçi gerektiren su taşıma sistemleri inşa etmek yerine, kuraklık çeken Mayalar yüksek arazileri terk etti ve geri dönmedi. Buna karşılık, alçak bölgelerdeki Maya şehirleri politik ve ekonomik sıkıntılara rağmen daha uzun bir süre ayakta kalmayı başardı.
LANETLİ BÖLGELER
Araştırmacılara göre, Klasik Dönem’de Maya tanrıları ve ilahi krallar da çöküşe zemin hazırlamış olabilir. Terk edilen yerleşimler, Mayaların gözünde zamanla lanetlenmiş bölgelere dönüştü. Mayalar, ormanların kapladığı lanetli bölgeleri yeniden elde etmek için, tanrıların öfkesini çekmemeye dikkat ederek ritüeller düzenledi.
Livescience’a konuşan Cincinnati Üniversitesi’nden Nicholas Dunning, “Mayaların çöküşünde kuraklığın ve diğer çevresel faktörlerin rol oynadığı konusunda çok az şüphem var... Ayrıca, bu felaketlerin yaşandığı bölgelerin de birbirlerinden farklı olduğu dikkat çekiyor. Orta bölgelerdeki yüksek bölgeler kuraklığa karşı çaresiz kalırken, alçak bölgelerde suya erişimi kolay olan yerleşimler çevresel olumsuzluklara daha dirençliydi” dedi.
Dunning, Mayaların gerileme sürecinde kültürel faktörlerinde büyük rol oynadığını söyledi ve güçlü liderlik ile toplumun değişikliklere karşı gösterdiği esnekliğin, eski uygarlıkların nasıl sona erdiklerini anlamada belirleyici faktörler olduğuna dikkat çekti.
http://www.bilim.org/ adresinden alınmıştır

BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ


Çin'de toplam cep telefonu kullanıcı sayısının bir milyarı geçtiği açıklandı.

Çin Sanayi ve Enformasyon Birimi'nin açıkladığı raporda, ülkedeki toplam cep telefonu kullanıcı sayısının, 2012'nin ilk iki ayındaki 20,6 milyonluk artışla 1 milyar 6 milyona ulaştığı belirtildi.

3G'li cep telefonu kullanıcısının 15,4 milyonluk artışla 143,9 milyona çıktığı açıklanan raporda, sabit telefon kullanıcı sayısının 820 binlik düşüşle 284,2 milyona gerilediği kaydedildi.
Raporda ayrıca, Çin'deki cep telefonu sektöründen 2012'nin Ocak ve Şubat aylarında elde edilen gelirin yüzde 15,4 artış göstererek, 114,8 milyar yüene (yaklaşık 32,5 milyar TL) çıktığı 
duyuruldu.




0
Dünyayı kandıran "Mekanik Türk"ten 500 dolarlık ağ kablosuna en büyük 7 teknoloji şakası burada!

Teknoloji, yüzyıllardır beraberinde insanları kandırmaya yönelik şakaları da beraberinde getiriyor. Teknolojinin gücünün nelere yeteceğini kestirmek güç olduğundan, yapılan şakalar bazen inandırıcı olabiliyor. Bu yazımızda 7 teknoloji şakasını bir araya getirdik.
Mekanik Türk
1770'lerde ortaya çıkan bir satranç makinesi, dünyayı turlamaya başlamış, Ben Franklin ve Napoleon Bonaparte gibi kişileri yenmeyi başarmıştı. Ancak insan robotu şeklindeki cihaz, aslında bir makine değildi ve altında saklanan bir insan tarafından yönetiliyordu. Bunun keşfedilmesi ise 50 yıl aldı. Cihaz buna rağmen 1854'e kadar dünyayı turlamayı devam etti. Cihaz, hayatı boyunca yarım düzine satranç ustasına ev sahipliği yaptı.
Soğuk füzyon
Düşük sıcaklıklarda tarif edilemeyen bir nükleer güç elde etmek mümkün mü? Yazımızdaki diğer şakaların tersine soğuk füzyon gizemini hala koruyor. Soğuk füzyon bugün büyük oranda kabul edilmesede ona inanan bilim adamları hala var.

eFilm
Silicon Film olarak da bilinen E-Film, varolan film SLR'nizi bir dijital fotoğraf makinesi haline getirmeyi vaadediyordu. PMA adlı gösteride EFS-1 adıyla 2001'de tanıtılan ürün, büyük ilgi çekmişti. Ancak seyirciler, gösterilen resimlerle tanıtılan ürünün farklı olduğunu farkettiler. Bu ise ürünün bir şaka olduğunun ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.
100 mpg karbüratör
Charles Nelson Pogue, 1930'larda 100+mpg'lik bir karbüratör icat etmişti. Karbüratörün sadece eski tür yakıtla çalışması bir yana, 35 mpg'nin üzerinde performans sağladığı da gözlenmemiştir.
500 dolarlık Denon ethernet kablosu
1.5 metrelik Denon AKLD1 "özel bağlantı kablosu", sadece receiver'ınızı internet'e bağlamaya yarıyordu. 500 dolara satılan kablo, "müziği ben duymak istemeden önce sunuyor", "aşırı hızlı" gibi komik yorumların yapılmasına neden olmuştu.

War of the Worlds
Radyoda yayınlanan uyarılara rağmen Cadılar Bayramı'nda yayınlanan "War of the Worlds"ün Orson Welles adaptasyonu, dinleyiciler arasında panik yaratmıştı. Yayındaki gerçekçi ses efetleri de dinleyicilerin savaş çıkıtığını düşünmesine katkıda bulunmuştu.
Uzay araçları
Çok daha yeni olan bu olayda İngiliz bir TV kanalı, 10 şanslı kazananı uzay turisti olarak seçmiş ve Rus uzay eğitim merkezine göndermişti. Ancak kazananların İngiltere'yi hiç terketmedikleri, gösterilen uzay gemisinin kullanılmayan bir hava üssünde meydana getirilen özel efektlerden ibaret olduğu anlaşılmıştı.
http://www.veteknoloji.com/ adresinden alınmıştır.

BİLİM ADAMLARI

İBNÜL HEYSEM:


Batılı bilim adamları tarafından böylesine tanınan ve bilim tarihinde hakikaten bir dönüm noktası olarak nitelendirilen bu Müslüman bilim adamının değerinin ülkemizde pek bilindiğini –tıpkı birçok benzer bilim adamlarında olduğu gibi- söyleyemeyiz. 
Peki, nedir İbnü’l-Heysem’in bu kadar önemli kılan husus? Ne yapmıştır ve niçin “ilk bilim adamı” olma unvanını kazanmıştır? 

Batı ilim dünyasında Alhazen, Alhacen veya Alhazeni gibi isimlerle bilinen İbnü’l-Heysem, Avrupalı bilim adamlarından tam iki yüz sene önce, kendi geliştirdiği bilimsel metotlarla, teorilerini deney yaparak doğrulama metodunu ilk defa uygulamıştır. Böylece bilimsel yöntemin kilometre taşlarından birini koymuştur: İnandığını ispatla! 

İbnü’l-Heysem’in bilimsel anlayışının özünde doğrudan gözlem fikri yatmaktaydı. Bir şeyin işleyişini anlamak için kendi gözünüzle görmeniz gerekiyordu ve ancak bundan sonra yazabilirdiniz. 

Kimdir İbnü’l-Heysem?

Irak’ın Basra şehrinde 965 yılında doğan İbnü’l-Heysem, her sene taşan Nil Nehri’nin etrafa verdiği zararları azaltmanın yollarını arayan Halifenin daveti üzerine Mısır’a gider. Tarihte ilk kez, Eukleides ve Batlamyus’un (Ptolemaios) “matematiksel” yaklaşımı ile doğa filozoflarının ”fiziksel” prensibini birleştiren bilim insanı olacaktı. Ancak Mısır’a gelip Nil nehrini görünce nehrin akışını düzenleyip Halife’nin isteğini yerine getiremeyeceğini anlar. Bunun üzerine ev hapsine mahkûm edilir. Gerçekten de Eski Mısırlıların başaramadığı bu işi onun başarması mümkün değildir. O yüzden İbnü’l-Heysem, canını kurtarıp çalışmalarına devam edebilmek maksadıyla deli numarası yapıp ev hapsine razı olur. Bu hapis sayesinde tüm zamanını penceredeki deliklerden gelen ışık huzmelerini yakından inceleyerek geçirebilmektedir.

İbnü’l-Heysem içinde yaşadığı döneme hâkim olan geleneksel bilgiye karşı geldi. Yeni arayışlara ve deneylere girişti. Gözlem ve deney yapacak bolca vakti olması sayesinde gökkuşakları, hale etkileri, Güneş ve Ayın ufuk çizgisine yaklaştıkça büyümüş görünmeleri gibi doğa olaylarını inceleyerek açıkladı. Güneş ve Ayın ufuk çizgisi yakınında daha büyük görünmesinin sebebinin atmosferin yarattığı etki olduğunu izah etti; büyüklüğün artmasının beynin oynadığı görsel bir oyun olduğunu ilave etti. Güneşin ufuk çizgisinin on dokuz derece aşağısında olduğu durumlarda dahi güneş ışınlarının atmosferde kırılarak dünyaya ulaştığını gösterdi ve buna dayalı olarak atmosferin yüksekliğini on altı kilometre olarak hesapladı.

Kitâbü’l-Menâzır=Optik Kitabı

İbnü’l-Heysem Kitâbü’l-Menâzır=Optik Kitabı adlı eseriyle optik biliminin temelleri atmıştır. Batıda Latince adıyla Magnum Opus = Büyük Eser olarak bilinen kitabında, ışığın doğası, görme fizyolojisi ve mekanizması, gözün yapısı ve anatomisi, yansıma, kırılma ve katoptrik konularını incelemiştir. İbnü’l-Heysem, lensleri incelemiş; düz, küresel, parabolik, silindirik, dışbükey ve içbükey gibi farklı türde aynalarla deneyler yapmıştır. Ona göre, optik ilmi üzerinde çalışmak için, hem fizik hem de matematik alanlarında maharet ve bilgi sahibi olmak icap ediyordu. 

Fizik bilimi, İbnü’l-Heysem öncesinde adeta felsefe etkinliği gibi sözlü tartışmalardan müteşekkildi; deneye yer yoktu. Böyle bir devirde, İbnü’l-Heysem’in teorilerini sınamak için deneye dayalı bulgulardan yararlanması, oldukça sıra dışıydı. Bir teorinin kabulü için deneye dayalı bulgularla sınanmasının şart olduğu esasını ilk yerleştiren İbnü’l-Heysem’di ve üstelik Optik Kitabı’yla Batlamyus’un Almagest adlı kitabını eleştiriyordu. İbnü’l-Heysem’in söz konusu kitabı, bin yıl sonra bile, bir araştırmanın gerçeklere dayandırılması ve ön yargılardan etkilenilmemesi başlığı altında öğrencilere okutulmaktadır. 

Bilim adamlarını en çok meşgul eden konulardan biri de görmenin nasıl gerçekleştiği olayıydı. Bu konu, görmenin ışınların kırılması sayesinde gerçekleştiğini ortaya koyan İbnü’l-Heysem tarafından kemale erdirildi. George Sarton, optik bilimindeki atılımın, bu konuda bugün bildiğimiz birçok şeyi bilimsel olarak açıklayan İbnü’l-Heysem’in çalışmaları sayesinde olduğunu belirtir.
 

Figür 2. 13. yüzyılda yaşayan ve İbnü’l-Heysem’in fikirlerinden yola çıkan Kemaleddin Farisi’ye ait göz anatomisi çizimi. El yazması üzerindeki Arapça yazılarda beynin retina üzerine düşen görüntüyü yorumlamakta oynadığı rolden bahsedilmektedir.
İbnü’l-Heysem optik alanında çığır açmış, felsefi tartışmalara konu olan bir şeyi deneylere dayalı bir bilime dönüştürmüştür. Yunanlıların görmenin gözden çıkan görünmez bir ışık sayesinde olduğu yönündeki fikrini reddederek, görmenin nesnelerden yansıyarak göze giren ışık sayesinde gerçekleştiğini bilimsel olarak açıklayabilmiş ve Yunanlıların teorisini tamamen reddeden ilk bilim insanı olmuştur.

Nitekim Optik Kitabı’nda görme olayını şu şekilde izah eder: “…Işığını başka bir kaynaktan alan [ya da kendisi ışık kaynağı olan] kütlelerden çıkan ışık bütün yönlere doğru yayılır. Bu sebeple, göz görünür bir nesneyle karşı karşıya dururken nesne herhangi bir ışık tarafından aydınlatılıyorsa, ışık bu nesneden yansıyarak göz yüzeyine düşer…”.

İbnü’l-Heysem’in eserlerinin birçoğu, özellikle de hacimli kitabı Optik Kitabı, Ortaçağ bilginlerinden Cremonalı Gerardius tarafından Perspectiva ya da De aspectibus = Görme yetileri üzerine adıyla Latinceye tercüme edildi. Bu, Roger Bacon ve Witelo gibi büyük 13. yüzyıl düşünürlerinin ve hatta Leonardo da Vinci gibi 15. yüzyıl sanatçılarının çalışmalarında hatırı sayılır bir etki doğurmuştur.

İbnü’l-Heysem’in tarihte ilk kez tüm çift mükemmel sayıları (tam bölenlerinin toplamına denk olan sayılar) sınıflandırma girişiminde bulunmasıyla Müslüman matematikçiler, 10. yüzyılda başka bir alanda daha büyük başarı elde etmiş oldular; “2k-1’in asal sayı olduğu durumlarda 2k-1 (2k-1) formunda olan sayılar” biçimindeki sınıflandırma gibi. Heysem aynı zamanda “p asalsa 1+(p-1)! p’ye bölünebilir” şeklindeki Wilson teoremini dile getirdiği bilinen ilk kişidir, ancak bu sonucun nasıl ispatlanacağını bilip bilmediği çok net değildir. Bu teoreme, çalışmalarını 1770’lerde Cambridge’de yapan matematikçi John Wilson tarafından “keşfedilmesi” sebebiyle Wilson teoremi denmektedir; ancak Wilson, bu teoremi ispatlamış mıdır? Yoksa sadece tahmin mi etmiştir? Doğrusu henüz bilinememektedir. 

İbnü’l-Heysem’in yazdığı yüze yakın eserden yaklaşık elli beş tanesi günümüze ulaşmıştır ki, hepsi matematik, astronomi ve optik alanlarıyla ilişkilidir. 

Optik Kitabı adlı eserin Latince tercümesi yüzyıllar sonra Roger Bacon, Witelo, Leonardo da Vinci, Descartes ve Johan Kepler gibi Batılı bilim insanları üzerinde çok etkili olmuştur.

Bir tarafında delik, diğer tarafında beyaz bir perde bulunan karanlık oda kullanarak teorisini destekleyecek deliller bulmuştur. Delikten giren ışık odanın dışındaki nesnelere ait görüntüyü karşı duvardaki perdeye ters olarak yansıtıyordu. “Kamera” adını verdiği bu düzenek dünyanın ilk karanlık odasıdır. Böylece İbnü’l-Heysem, gelişmiş kamerayı tasarlayan Leonardo da Vinci’den çok daha önce karanlık odayı keşfetmiştir.

Karanlık bir odada (Arapça “kamara”) bulunurken panjurdaki küçük bir delikten içeri süzülen ışığı gözlemleyen İbnü’l-Heysem, ışığın karşı duvarda baş aşağı bir görüntü oluşturduğunu keşfetmiştir. Bu basit lenssiz kamera geliştirilerek bugün bildiğimiz kamera ve fotoğraf makineleri elde edilmiştir.

Bacon, Opus Mains adlı eserinin neredeyse her adımında İbnü’l-Heysem’den alıntı yapar ya da ona atıfta bulunur. Bu eserin IV. bölümü de görme iletim teorisiyle ilişkili alanlar başta olmak üzere neredeyse tamamen İbnü’l-Heysem’in bulgularına dayanır. Bilimsel ve deneysel yöntemi İbnü’l-Heysem geliştirmiş, diğerleri gibi Bacon da bu yöntemden istifade etmiştir.

Kepler’in eser ve buluşlarında da kendisinden altı yüz yıl önce optik alanında çığır açan İbnü’l-Heysem’in etkisi açık şekilde hissedilmektedir. 

Hem Kepler hem de Descartes İbnü’l-Heysem’in ışığın yansıması konusundaki araştırmalarından faydalanmışlardır. Kepler İbnü’l-Heysem’in çalışmalarından yola çıkarak Rönesans devrinin önde gelen optik bilimcilerinden biri oldu.

İbnü’l-Heysem, cebri geometriye ilk defa uygulayan ve matematiğin bir dalı olarak analitik geometriyi kuran bilim adamıdır. 

Rönesans’ın ortaya çıkmasında çok büyük bir etkisi olan İbnü’l-Heysem’in üzerine söylenecek çok söz var. Ancak burada hepsine yer vermek elbette mümkün değildir. Ümit ediyorum, 2011 yılı bu alanda verimli çalışmaların ve yayınların arttığı bir zaman dilimi olur.

29 Mart 2012 Perşembe

İŞTE BİLİMM


Farabi (874 - 950)

Felsefenin Müslümanlar arasında tanınmasında ve benimsenmesinde büyük görevler yapmış olan Türk filozoflarının ve siyasetbilimcilerinden Fârâbî'nin, fizik konusunda dikkatleri çeken en önemli çalışması, Boşluk Üzerine adını verdiği makalesidir. Fârâbî'nin bu yapıtı incelendiğinde, diğer Aristotelesçiler gibi, boşluğu kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Fârâbî'ye göre, eğer bir tas, içi su dolu olan bir kaba, ağzı aşağıya gelecek biçimde batırılacak olursa, tasın içine hiç su girmediği görülür; çünkü hava bir cisimdir ve kabın tamamını doldurduğundan suyun içeri girmesini engellemektedir. Buna karşılık eğer, bir şişe ağzından bir miktar hava emildikten sonra suya batırılacak olursa, suyun şişenin içinde yükseldiği görülür. Öyleyse doğada boşluk yoktur.
Ancak, Fârâbî'ye göre ikinci deneyde, suyun şişe içerisinde yukarıya doğru yükselmesini Aristoteles fiziği ile açıklamak olanaklı değildir. Çünkü Aristoteles suyun hareketinin doğal yerine doğru, yani aşağıya doğru olması gerektiğini söylemiştir. Boşluk da olanaksız olduğuna göre, bu olgu nasıl açıklanacaktır? Bu durumda Aristoteles fiziğinin yetersizliğine dikkat çeken Fârâbî, hem boşluğun varlığını kabul etmeyen ve hem de bu olguyu açıklayabilen yeni bir varsayım oluşturmaya çalışmıştır. Bunun için iki ilke kabul eder:
1. Hava esnektir ve bulunduğu mekanın tamamını doldurur; yani bir kapta bulunan havanın yarısını tahliye edersek, geriye kalan hava yine kabın her tarafını dolduracaktır. Bunun için kapta hiç bir zaman boşluk oluşmaz.
2. Hava ve su arasında bir komşuluk ilişkisi vardır ve nerede hava biterse orada su başlar.
Fârâbî, işte bu iki ilkenin ışığı altında, suyun şişenin içinde yükselmesinin, boşluğu doldurmak istemesi nedeniyle değil, kap içindeki havanın doğal hacmine dönmesi sırasında, hava ile su arasındaki komşuluk ilişkisi yüzünden, suyu da beraberinde götürmesi nedeniyle oluştuğunu bildirmektedir.
Yapmış olduğu bu açıklama ile Fârâbî, Aristoteles fiziğini eleştirerek düzeltmeye çalışmıştır. Ancak açıklama yetersizdir; çünkü havanın neden doğal hacmine döndüğü konusunda suskun kalmıştır. Bununla birlikte, Fârâbî'nin bu açıklaması, sonradan Batı'da Roger Bacon tarafından doğadaki bütün nesneler birbirinin devamıdır ve doğa boşluktan sakınır biçimine dönüştürülerek genelleştirilecektir. 

 http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=230 adresinden alınmıştıır.